Derler ki, insanoğlu dokuz kapılı bir şehirdir. Dış dünyadan gelenler bu kapıları kullanıp girerler içeri. Meali şu: Duyu organlarımız ve sinir sistemimiz aracılığıyla dış dünyayı gözlemleriz. Dış dünyadan içeri girip akla iletilen ve orada bir süzgeçten geçen bu izlenimler “karar verme” mekanizması olan zihinde değerlendirilir ve ruha aktarılır.
Beynimize her gün milyarlarca veri giriş yapıyor. Denetimsiz veri girişlerinin, uğradığı bombardıman karşısında kaç kovala oynamak zorunda kalan bir aklın paniğe kapılmış süzgecinde elendiği hayatlarımızda, zihinlerimiz önündeki veri çöplüğüne dönmüş dosya yığınlarını ayıklayıp düzenlemekte zorlanır. Ama onun görevi seçim yapmak, karar vermektir. İşini doğru düzgün yapmayan akla küfür edemediği, okurum böyle işin içine deyip kapıyı çarpıp istifa edemediği bir iştir onunki. Kuzu kuzu devam eder. Her gün, her an seçim yapıp karar alır.
Masanın üzerinde biriken öğretilenler, duyulanlar, görülenler, deneyimlenenler, sevinçler, üzüntüler, hayal kırıklıkları, coşkular, yaralar, tu kakalar, oh maşallahlar, aferinler, yuh olsunlar, helaller… Hepsi iş yükü altında ezilen zihin tarafından istiflenir muhtelif başlıklar altında. Başarılı olmalısın. Asla hata yapmamalısın. Duygularını belli etmemelisin. Mesafeli olmalısın. Güçlü olmalısın. Namuslu olmalısın. Liste umarsızca uzar gider çünkü insan ırkının en temel ve tek ortak arzusu (ihtiyacı) “onaylanmak ve kabul görmektir”.
Ve kendi dar bakış açısının ürünü bir yaşam kalıbını dayatan “toplum yaşamı”nda, onaylanmak, kabul görmek ciddi vaz geçişler içeren bir kararlar silsilesidir. Hele de, neredeyse nefes alırken bile başkalarının ne düşüneceği kaygısı üzerine inşa edilmiş bir toplumda yaşıyorsanız; kınama ve yargılamaların yoğun baskılı tahakkümüne uyum göstermekle biat etmekten müteşekkil duvarlar arasında kalan zihninizin, onaylanmak ve kabul görmek adına aldığı kararlar da aynı kınama ve yargı mekanizmasının ürünü olacaktır. Sonuç? Kendi doğasını görmezden gelen, “el âlem odaklı” bir denetim mekanizmasının çarkları arasında kalan ruh lime lime olur. Kendi özünü, özgünlüğünü kaybeder; sönükleşir, karanlığa gömülür. Kesif, korkutucu bir sessizlik…
Her bir karar, ağacın gövdesine çakılan bir çivi gibidir. Yaşanan bir deneyim sonucu oluşan duygu, bir karar verilmesine yol açar. Ağladığı için sulu gözlü alaylarına maruz kalan bir çocuk ağlamanın zayıflık olduğuna, ağlayanların hoş karşılanmadığına karar verir. Bir hata yaptığında dayak yiyen bir çocuk, karşısındakinin hata olarak değerlendirdiği her türlü davranış ve sözden uzak durması gerektiğine karar verir. Kilosuyla dalga geçilen biri, yemek yemenin kötü olduğuna karar verir. İhtiyaç duyduğu anda yakınlık, destek alamamış biri yardım istememesi gerektiğine karar verir. Yarı yolda bırakılmış, güvenine ihanet edilmiş biri kimseye güvenilmeyeceğine karar verir. Çeşitli nedenlerle sevdiklerini kaybeden biri, sevmenin acı verici olduğuna, sevmekten kaçınmak gerektiğine karar verir. İhtiyaç anında yardıma koştuğu için takdir gören biri, her arandığında koşması gerektiğine karar verir. Arkadaşları arasında esprileri, neşesiyle kabul gören biri, konumunu korumak için dertlerini paylaşmaması gerektiğine karar verir. Giyimiyle itibar gören biri, ne pahasına olursa olsun, en iyi kıyafetleri alması gerektiğine karar verir.
İnsanlar kabul görmek, onaylanmak ve kendilerini olası dışlanma riskinden korumak adına her gün, her dakika, her saniye karar verir. Çünkü insanlar yargılanmaktan, dışlanmaktan, yalnız kalmaktan, sevgisizlikten korkarlar. Kalbimizi, cesaretimizi, umudumuzu kıran bu korkudur. Özgürlüğümüzü elimizden alan, bizi “biz olmayan”ın içine hapseden bu korku yüzünden karar alırız.
Hayatın ilerleyen yıllarında alınan kararlar görece daha işlevselken, kişinin hayatını olumsuz etkileyenler daha az çabayla iptal edilebilir. Kişiye ve çevreye verdiği rahatsızlık da aynı oranda kontrol altına alınabilir düzeydedir.
Oysa hayatın ilk yıllarında alınan kararlar en acı sonuçları doğurur. Bir fidanın körpe gövdesine çivi kolayca girer. Duyguyu doğuran deneyimin tekrarı, çekiç darbesi gibi, çiviyi daha derine iterken ağaç da bu çivinin etrafına doku örmeye devam ederek büyür. Ağacın doğasına ait olmayan ve rahatsızlık veren çivi, artık hasarsız bir şekilde çıkarılamayacak kadar derine gömülmüştür. Dışarıdan görülmesi zor olan bu çiviler, ağacın yakınına gelenin kıyafetine, saçına başına takılabilir; eline batabilir, yaralanmalara yol açabilir.
İşte, çivilerin dışarıda kalan bu kısımları gibi, alınmış olan kararların yakıcı, yıkıcı hasar yaratan sivri uçları öfkedir.
Öfke; karşılanmayan beklentilerin, tatmin edilmeyen arzu ve isteklerin yarattığı hayal kırıklığının dışavurumudur. Öfke; onaylanmak, kabul görmek uğruna vaz geçilenlerin, görmezden gelinenlerin, yok sayılanların, baskılananların, susturulanların isyanıdır. Öfke; sevilmek, yalnız kalmamak adına uysalca baş sallamaların, sen nasıl istersenlerin, pekilerin, aşk olsun lafı mı olurların, dert değillerin, ben hallederimlerin, acımadı kiiiii sırıtmalarının, bana koymazların göz yaşlarıdır.
Öfkeli insanları anlamakta zorlanabilirsiniz; onlardan bucak bucak kaçabilirsiniz; hayatınızda ya da çevrenizde istemeyebilirsiniz… Bu da bir karardır. Sadece bu kararı niye aldığınızı sorun kendinize. Çünkü ucu size batan o çivilerde sizin de parmak iziniz olabilir.